ve ademoğlu şöyle seslendi;
"canım sevgilim,
kat-i dir ki sen teksin.
varlığına hamdetmek
verdiğin nimetlere şükretmek varken
kendime ait birşeyler istemek nedendir?"
ve sonra şöyle yakarıp af diledi;
"sevgili,
sen ki bu sevdayı var eden,
sen ki aşka can verensin.
sana yakındığım ve senden,
kendim için istediğim herşeyden,
tövbe eder,af dilerim"
sevgili ona şunu buyurdu;
"artık alınma,
artık ben nimetlerimi sana bölmediğim sürece,
sen isteme.
fani hayatının can kaynağıyım,
sus.
sevdanın adıyla sus!"
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
14 Aralık 2010 Salı
13 Aralık 2010 Pazartesi
SABAH KAHRE-Sİ
Koyu ahşap mobilyalarla bezenmiş büyük bir salon,bir yanında kırmızı kaplı bir yatak…
Şömine falan yok ama yerde bir şişe kırmızı şarap,yarısından çoğu içilmiş…
Kocaman iki kadeh biri dik biri yan duruyor şişenin bitişiğinde…
Yan yatan kadehte ruj izleri…
Sabah güneşi solgun solgun vurmuş içeri,
İçerde sigara dumanı,şarap kokusu ve bol sevişmiş bir adet dişi bir adet er kişi nidası…
Ne kanepeye ihtiyaç duyulmuş belli,ne kırmızı kaplı yatağa!
Birazdan uyanacaklar belki…
İlk pişmanlık kimde vuku bulacak diye iddiadalar biri yan yatan biri dik duran iki şarap kadehi…
Güneş ışığı canlanmaya başlarken ona eşlik eder kadının ince belli vücudu…
Uyanır gibi olur zahir kadın,üzerinde uyuduğu adamın göğsüne,göğsünün izi çıkmış halde aralar göz kapaklarını…
Kısık gözlerle bakar altındaki adamın vücuduna,sonra yüzüne…
Hayran gözleri kaçar adamın yüzünden…
Geceden hırpalanmış sesi fısıldanır kadının,gittikçe canlanan canlandıkça ısınan güneş ışığının arasında…
“kahretsin…”
Ayaklanır,yuvarlak memelerine geçirir sutyenini,beyaz gömleğini giyer ve incecik belinden gerdirip alttan başlar iliklemeye düğmelerini…üst iki düğmesi açık kalır bilinçli…
Altına,siyah,dizinin hemen üstünde biten,arkadan bir karış yırtmaca ev sahipliği yapan eteğini geçirir,kalçalarına yerleştirir,fermuarını çeker…
Etrafına bakınır bir şey unutmuş gibi deli gözlerle…umursamaz sallar elini,es geçer kalçalarına geçirmesi gereken stringini…
Şehvetten darma dağın saçlarına atar elini,uzun…toplar tepeden alelade…
Tekrar bakar etrafına şaşkın,sinirli ve aslında rahatlamış kasıkları için halinden memnun…
Adamın yüzüne bakmamak için yırtar belki gözlerini kirpikleriyle…
Ama,bakar…
Geceden hırpalanmış,şevkten ve zevkten tahriş olmuş sesi aralanır dudaklarından…
İnce topuklarını vura vura yere ayakkabılarının,
Çıkar kapıdan…
Odada sesi kalır güneş ışığıyla valse tutuşan…
“kahretsin…”
Şömine falan yok ama yerde bir şişe kırmızı şarap,yarısından çoğu içilmiş…
Kocaman iki kadeh biri dik biri yan duruyor şişenin bitişiğinde…
Yan yatan kadehte ruj izleri…
Sabah güneşi solgun solgun vurmuş içeri,
İçerde sigara dumanı,şarap kokusu ve bol sevişmiş bir adet dişi bir adet er kişi nidası…
Ne kanepeye ihtiyaç duyulmuş belli,ne kırmızı kaplı yatağa!
Birazdan uyanacaklar belki…
İlk pişmanlık kimde vuku bulacak diye iddiadalar biri yan yatan biri dik duran iki şarap kadehi…
Güneş ışığı canlanmaya başlarken ona eşlik eder kadının ince belli vücudu…
Uyanır gibi olur zahir kadın,üzerinde uyuduğu adamın göğsüne,göğsünün izi çıkmış halde aralar göz kapaklarını…
Kısık gözlerle bakar altındaki adamın vücuduna,sonra yüzüne…
Hayran gözleri kaçar adamın yüzünden…
Geceden hırpalanmış sesi fısıldanır kadının,gittikçe canlanan canlandıkça ısınan güneş ışığının arasında…
“kahretsin…”
Ayaklanır,yuvarlak memelerine geçirir sutyenini,beyaz gömleğini giyer ve incecik belinden gerdirip alttan başlar iliklemeye düğmelerini…üst iki düğmesi açık kalır bilinçli…
Altına,siyah,dizinin hemen üstünde biten,arkadan bir karış yırtmaca ev sahipliği yapan eteğini geçirir,kalçalarına yerleştirir,fermuarını çeker…
Etrafına bakınır bir şey unutmuş gibi deli gözlerle…umursamaz sallar elini,es geçer kalçalarına geçirmesi gereken stringini…
Şehvetten darma dağın saçlarına atar elini,uzun…toplar tepeden alelade…
Tekrar bakar etrafına şaşkın,sinirli ve aslında rahatlamış kasıkları için halinden memnun…
Adamın yüzüne bakmamak için yırtar belki gözlerini kirpikleriyle…
Ama,bakar…
Geceden hırpalanmış,şevkten ve zevkten tahriş olmuş sesi aralanır dudaklarından…
İnce topuklarını vura vura yere ayakkabılarının,
Çıkar kapıdan…
Odada sesi kalır güneş ışığıyla valse tutuşan…
“kahretsin…”
9 Aralık 2010 Perşembe
İktidarsız Dildosu Jop!
"Bak bir varmış bir yokmuş boğaziçinde,
Bir yumurta patlarmış ellerimizde..."
Sanki öğrenciler bir zafer kazandı Boğaziçinde,Ankara SBF de!...
Sanki onlardan başka kimsenin derdi değilmiş gibi uğruna savaştıkları şeyler!
Sanki aynı Başbakan değildi işçiye ters yapan,memura bağıran,çiftçiye siktir çeken,medyayı tehdit eden...
Herkes susmalı değil mi?
Okumaya gittiği sanılan çocukların yaptıklarına bak!
Ders dinlemek isteyen okumak isteyen çocuklar,60'larda olduğu gibi korku yaşamak zorunda mı ki tekrardan kaynatılıyor üniversite öğrencilerinin kazanı?
Hepsi solcu çocuklar,hemen hepsi komünist!Belki çoğu TKP li...
Sokaklarda kaldırım taşlarını söküp cam çerçeve indiren,polise taş,molotof kokteyli atan!
Peki dava kimin davası?
Sadece onların değil mi?
O hükümet değil mi,her mezun iş bulmak zorunda mı diyen,niye herkes öğretmen olmak istiyor bir sürü işsiz öğretmen varken diyen ve okullarında hala öğretmen açığı bulunuyorken?
Üniversitelere sivil polis sokan,en ufak örgütlenmeyi fişleyen,daha şehre giremeyen eylemci öğrencileri şehrin girişinde karşılayıp joplayan polislere emir veren hükümette mi aynı değil?
Aynı hükümetin atadığı yavşak (Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü) değil mi 17 yaşında ki kızın o saatte dışarda ne işi var diyen?
http://www.internethaber.com/universiteli-kizin-barda-ne-isi-var--311099h.htm
Kim söyledi hatırlamıyorum şimdi,ilk yumurtalı eylemden sonra şunu söylemişti;
-YUMURTA mutfağımızda çok önemli bir yere sahiptir.. kimi yemeklere katıldığında "terbiye" eder!-
Bizim demokrasimiz hep kendi sınırlarımızın içinde demokrasidir!Kendi çizdiğimiz sınırlar aşıldığında demokrasi yerini saldırganlığa,terbiyesizliğe ve hatta bölücülüğe bırakır!
Bu zamana kadar her hükümet kendi "DEMOKRASİ"sini dayattı!"İsterseniz şeriatı bile getirirsiniz"diyen bile oldu!Gerçi ülkeyi bu söylevi icra edenlerden korumaya gelip, demokrasiyi yerleştirecek olanlar da,bunu söyleyeni kendi "demokrasi" kavramları çerçevesinde idam ettiler o ayrı!...
Dövülen,itilen kakılan,dayaktan çocuğunu düşüren,karakoldan ağzı burnu kırılmış olarak çıkan ama yılmayan,tepki koyan,bağıran,küfreden...Çoğu belki benden küçük kimisi ağabeyim ablam yaşında,kimi yaşıtım;ellerinizden öpüyorum...Bir gün başkaldırı üniversitelerden dışarı çıkarda şehrin sokaklarına dökülürse eğer,sizinleyim!
Başkaldırılar,mücadeleler,eylemler ve hatta devrimler önce üniversite koridorlarında başlar sonra üniversite avlularına,sonra sokaklara caddelere tüm şehre...İşte o noktada sizi bekleyenler var unutmayın!Ellerinde jopu olan da var,elinizden tutup aranıza girmek isteyen de!
Şimdi korkudan zangır zangır titreyen dudaklarında küfürler olan hükümet,yumurtayı yiyin beyniniz çalışsın,diyor!Haklılar ama yumurta çiğ haliyle daha verim sağlarmış!O sebepten bi daha ki sefere tam beyinlerini nişan alın!
Biz dayak yiyerek büyüdük,
Evde babadan,ağabeyden!
Sokakta bahçesinden erik koparttığımız bahçe sahibinden!
Okulda öğretmenden,teneffüste yaşça büyüklerden!
Daha da askerde konutandan yiyeceklerimiz sırada bekliyor!
Velhasıl polisin attığı dayağı geçmişin bir yansıması,gelecekte ki asker zamanlara bir hazırlık olarak görebilir ve bunu da yutabiliriz...
Bazen yüksek ses huzur getirir...
Şimdi buram buram korku kokuyor siyaset!
Sayenizde...
Ve devamı ümidiyle...
http://www.youtube.com/watch?v=8yZFLoD2mys
Eyvallah.
Bir yumurta patlarmış ellerimizde..."
Sanki öğrenciler bir zafer kazandı Boğaziçinde,Ankara SBF de!...
Sanki onlardan başka kimsenin derdi değilmiş gibi uğruna savaştıkları şeyler!
Sanki aynı Başbakan değildi işçiye ters yapan,memura bağıran,çiftçiye siktir çeken,medyayı tehdit eden...
Herkes susmalı değil mi?
Okumaya gittiği sanılan çocukların yaptıklarına bak!
Ders dinlemek isteyen okumak isteyen çocuklar,60'larda olduğu gibi korku yaşamak zorunda mı ki tekrardan kaynatılıyor üniversite öğrencilerinin kazanı?
Hepsi solcu çocuklar,hemen hepsi komünist!Belki çoğu TKP li...
Sokaklarda kaldırım taşlarını söküp cam çerçeve indiren,polise taş,molotof kokteyli atan!
Peki dava kimin davası?
Sadece onların değil mi?
O hükümet değil mi,her mezun iş bulmak zorunda mı diyen,niye herkes öğretmen olmak istiyor bir sürü işsiz öğretmen varken diyen ve okullarında hala öğretmen açığı bulunuyorken?
Üniversitelere sivil polis sokan,en ufak örgütlenmeyi fişleyen,daha şehre giremeyen eylemci öğrencileri şehrin girişinde karşılayıp joplayan polislere emir veren hükümette mi aynı değil?
Aynı hükümetin atadığı yavşak (Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü) değil mi 17 yaşında ki kızın o saatte dışarda ne işi var diyen?
http://www.internethaber.com/universiteli-kizin-barda-ne-isi-var--311099h.htm
Kim söyledi hatırlamıyorum şimdi,ilk yumurtalı eylemden sonra şunu söylemişti;
-YUMURTA mutfağımızda çok önemli bir yere sahiptir.. kimi yemeklere katıldığında "terbiye" eder!-
Bizim demokrasimiz hep kendi sınırlarımızın içinde demokrasidir!Kendi çizdiğimiz sınırlar aşıldığında demokrasi yerini saldırganlığa,terbiyesizliğe ve hatta bölücülüğe bırakır!
Bu zamana kadar her hükümet kendi "DEMOKRASİ"sini dayattı!"İsterseniz şeriatı bile getirirsiniz"diyen bile oldu!Gerçi ülkeyi bu söylevi icra edenlerden korumaya gelip, demokrasiyi yerleştirecek olanlar da,bunu söyleyeni kendi "demokrasi" kavramları çerçevesinde idam ettiler o ayrı!...
Dövülen,itilen kakılan,dayaktan çocuğunu düşüren,karakoldan ağzı burnu kırılmış olarak çıkan ama yılmayan,tepki koyan,bağıran,küfreden...Çoğu belki benden küçük kimisi ağabeyim ablam yaşında,kimi yaşıtım;ellerinizden öpüyorum...Bir gün başkaldırı üniversitelerden dışarı çıkarda şehrin sokaklarına dökülürse eğer,sizinleyim!
Başkaldırılar,mücadeleler,eylemler ve hatta devrimler önce üniversite koridorlarında başlar sonra üniversite avlularına,sonra sokaklara caddelere tüm şehre...İşte o noktada sizi bekleyenler var unutmayın!Ellerinde jopu olan da var,elinizden tutup aranıza girmek isteyen de!
Şimdi korkudan zangır zangır titreyen dudaklarında küfürler olan hükümet,yumurtayı yiyin beyniniz çalışsın,diyor!Haklılar ama yumurta çiğ haliyle daha verim sağlarmış!O sebepten bi daha ki sefere tam beyinlerini nişan alın!
Biz dayak yiyerek büyüdük,
Evde babadan,ağabeyden!
Sokakta bahçesinden erik koparttığımız bahçe sahibinden!
Okulda öğretmenden,teneffüste yaşça büyüklerden!
Daha da askerde konutandan yiyeceklerimiz sırada bekliyor!
Velhasıl polisin attığı dayağı geçmişin bir yansıması,gelecekte ki asker zamanlara bir hazırlık olarak görebilir ve bunu da yutabiliriz...
Bazen yüksek ses huzur getirir...
Şimdi buram buram korku kokuyor siyaset!
Sayenizde...
Ve devamı ümidiyle...
http://www.youtube.com/watch?v=8yZFLoD2mys
Eyvallah.
6 Aralık 2010 Pazartesi
Wikileaks Mikileaks Derken
A)Dedikodu?
B)Tüm taşları yerinden oynatacak giz?
C)Yeni bir USA oyunu?
D)Beklenen anarşinin doğuşu?
E)Hepsi?
Cevabın içinde soru,sorunun içinde bi hinlik var bilmem farkettiniz mi?İnsan,işin içinde kahpe bir Bizans oyunu mu var acaba hafız,demeden duramıyor.Kimse ne olduğunu anlamasa da bazımızda bir bayram telaşı bazımızda bir kız isteme heyecanı bazımızdaysa babamızın paketinden yürüttüğümüz tek dal sigaranın farkedilmiş midirliği mevcut!
Yoksa bi bende mi var bu hissiyat?
Henüz neler olup bittiği belli değil!Belli olduğunu iddia eden iktidarsızdır!Şüphesiz ki Wikileaks onların Viagra sıdır!
Gönül istiyor ki Julian Assagain gerçek bir anarşist olsun,gönül istiyor ki "V" hayat bulsun beyaz bir bedende!...
Şimdiye kadar ortaya çıkan belgeler içinde bilmediğimiz ya da tahmin etmediğimiz yeni birşey yok.Her alkol sofrasında konuşulan daha doğrusu,sanılan,şeyler...
Mesela ben bir tek Abdülkadir Aksu'nun genç kızlara düşkünlüğüyle alakalı kısma şaşırdım!Sonra dedim ki bunda bukadar şaşacak birşey yok asıl şaşılacak şey,merakının genç erkeklere olması olurdu!O şaşkınlıktan da vazgeçip yeni belgeler bekledi gözlerim.Hala da beklerler...
"Erken Dönem Wikileaks Belgeleri"yle alakalı en doğru yorum elçiler arasında yapılan DEDİKODU tanımlamasıdır!Bir diğer doğru ELÇİLER DEVLET TEMSİLCİSİDİR tanımlamasıdır.Öte yandan bağdaştırıcı olan kısımsa şudur"ELÇİLER DEVLET POLİTİKALARINI TEMSİL ETTİĞİNE GÖRE,ELÇİNİN YAPTIĞI DEDİKODU BİR NEVİ DEVLET ZİHNİYETİNİN GÖSTERGESİDİR!"
Devlet Dedikodusu!!!
Nedense gözümde Devlet Başkanlarının gün yapar halde fotografları belirdi(gülen smile).
Buraya kadar söylediklerimi atın kafanızdan çünkü henüz yeri yerinden oynatacak bir belge yok ama çıkacağına kesin gözüyle bakılıyor,belgeler tamamlanınca ya da daha önemli bilgiler akmaya başlayınca daha detaylı yazarım.Benim olayım bambaşka!
Bakın siteyi birçok ülke yasakladı çünkü sırlar deşifre ediliyordu!
Bakın Almanya da bir bakan istifa etti!
Bakın USA Wikileaks ı terör örgütü Julian'ımı terörist başı ilan etti!
Bakın İsveç Julian'ın tecavüzden yargılanıyor olması konusunu sürekli gündemde tuttu,Julian isveç'le ilgili şok edici belgeler olduğunu söyledi İsveç geri çekildi!
Bakın USA daha belgeler internet ortamına düşmeden müttefiklerine(!) kırmızı alarm geçip "ilişkilerimize dört elle sarılmalıyız" dedi!
Bakın hala büyükler endişeli,izliyoruz!
Peki biz ne yaptık?
Olaylara dedikodudan ibaret diyenler önce dedikoducu mahalle karısı gibi"eteklerinde ki taşı döksünler sonra konuşuruz" dediler!
Onca taşın altında kalır insan normalde ama bizler normal değiliz buna eminim!
Dünya da yer yerinden oynarken bizim siyasiler ellerini bellerine atıp tek önemli açıklamayı İsviçre bankalarında ki hesapla ilgili yaptı ve "ISPATLAMAYAN NAMERTTİR" dedi!
Bunu söyleyen bir Başbakan!
Aynı Başbakan Silivri'dekilere "suçsuzluklarını" ıspatlamaları için "mapus damlarını" layık görürken "olmayan şeyin ıspatı olmaz" diyecek kadar kendini bilmezleşebiliyor!
Olmayan şeyin ıspatı olmaz yavşaklığını yapan,Wikileaks araştırma komisyonunun başına,yine Wikileaks belgelerinde uyuşturucu kaçakçısı,mafyayla ilişkileri olan ve genç kız düşkünü diye adı geçen Abdulkadir Aksu'yu getiriyor!
Memleketimin pek güzel lafı "herkes gider mersin e biz gideriz tersine" hesabı,koy götüne rahvan gitsin ahali,bukadar balık sever bir toplum olmamıza rağmen hafıza sorunumuzla bile mutluyuz...
Eyvallah...
4 Aralık 2010 Cumartesi
TOPLU TAŞIMAK TOPLU YAŞAMAK
Başlığı birkaç kez üstüste okuyunca "komünist" bir ütopyaya benziyor,farkındayım!Geniş toplulukların kullandığı ya da ağırlıkla paylaştığı herşey,devletler tarafından komünist birer eylem sayılır çoğunlukla.Soğuk savaş zamanlarıyla ilgili kafa s.k.c. detaylara girmeden derdimin göbeğine bağdaş kuralım istiyorum...
Sosyal devlet dolayısıyla sosyal belediyecilik kavramını yaşatır kendi gövdesinde ve muhtemelen bu sebepten sosyal belediyecilik hiçbir zaman oturmamış ve oturmayacaktır memleketimin böğrüne!Zira vatandaşını yani kendini var eden,teoride en küçük ve pratikte de bi boka yaramayan parçacıklarını bukadar s.kme meraklısı bir devletin belediyeleri de BÜYÜK ABİ(hükumetler) den gördüğünü uygulamaktadır.Peki neden hiçbir küçük kardeş asi çıkmaz bu Devlet denen ailede?
Olay makale sıkıcılığına bürünmeden derdime geçiyorum;
konumuz:toplu taşıma,toplu taşıma yönetimi,ücretlendirme ve dolayısıyla bay başkanın vaadlerinin pratik yoksunluğu!
Bir soruyla başlayabiliriz sanırım:
"bir ülkenin(şehrin)gelişmişliği sadece toplu taşıma sistemine bakarak anlaşılabilinir mi?"
Bu soruyu siz bana soruyorsanız kesinlikle salise düşünmeden EVET derdim ve evet büyük harflerle söylerdim bunu!
Peki bir şehrin kültür,sanat,turizm şehri olması için önündeki en önemli engel ulaşım sisteminin en geç saat 22:00 da iflasa geçmesi değil de nedir?Ben ortalama bir vatandaş(!) olarak sinema,tiyatro,konser ya da hiç yoktan eşsiz benzersiz konyaaltı sahiline gidip herhangi bir kültürel faaliyette bulunamayacak ya da belediyesine vergi verdiğim kentin o en güzel yanı olan sahiline gidip iki tek(ne de güzel olurdu şimdi) atamayacak mıyım?
Hayır!
Çünkü devlet bizlere saat 20:00 dan sonra dışarıda olmamamız gerektiğini,
çünkü devlet bizlere evde dizi izlememiz gerektiğini,
çünkü devlet bizlere sokakların güvensizliğini,kırıp dizimizi evimizde oturmamız gerektiğini,
çünkü devlet bizlere alkolün tüm kötülüklerin anası olduğunu,
çünkü devlet bizlere pahalı taksilere binmemiz gerektiğini,
ÇÜNKÜ DEVLET BİZLERE DÜNYANIN EN ÇOK VERGİSİNİ ÖDEYEREK OTOMOBİL ALMAMIZ GEREKTİĞİNİ VE DÜNYANIN EN PAHALI BENZİNİNİ KULLANARAK YAŞAMAMIZ GEREKTİĞİNİ
salık verir!
Canım devletim ve dolayısıyla canım belediyem...
Yazımın geri kalanı ANTALYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI MUSTAFA AKAYDIN'adır;
Pek sevgili Başkanım,
Her siyasi gibi büyük vaadlerle geldiniz,hayalleriniz vardı ya da bir anlık gaza gelip aday oldunuz ve seçildiniz çok şükür,çok şükür diyorum zira sizi makamınıza yakıştırıyorum ve biliyorum ki imkansızlıklar ve zorluklar içerisinde bir savaş veriyorsunuz...
Henüz aday olmuştunuz,Migros Alışveriş Merkezine gelmiştiniz,seçmenlerinizi ziyarete!
Tam da benim çalıştığım mağazadayken siz,güvenlik görevlileri sizleri çıkarmak istedi AVM den,benim misafirim olduğunuzu söylediysem de asi yanınız nedeniyle olay tartışmaya dönüşüyordu ki çıkmaya yöneldiniz,keşke çıkmasaydınız,ardınızda kalan güvenliklere sizden önce gelen adaylara neden aynı muamele yapılmadığını sorduğumda boyun büküşlerini görseydiniz...
Yapacağınıza inandığım bir çok şeyi henüz yapmadınız(malesef),yakınen takipteyim kültürel alanda çok çaba veriyorsunuz(her ne kadar altın portakalı iki yıldır elinize yüzünüze bulaştırmış olsanız da)...diğer yandan yaz boyunca şehrin uzak yerlerine geç saatler için koyduğunuz ve fakat işleyip işlemediğini bilmediğim otobüs seferleri de güzel bir adımdı.
Sizinle alakalı daha fazla güzel övücü örnekler vermeyeceğim,illa ki daha yazılabilecekler var ama hak verirsiniz ki insanlar zor över lakin çabuk yerer!
Sizi yerden yere yermek istiyorum...
Anlayacağınız üzere derdim toplu taşıma!
Neden toplu taşınamıyoruz?
Neden her sokağı her semti her saat dilimini,öğrenciyi,işçiyi,geç saatlere kadar çalışanı,eğlenmek isteyeni,Antalya'nın keyfini gece de sürmek isteyeni ve hatta her sarhoşu sahiplenmiyorsunuz?
Migros'ta çalışıyor ve öğretmenler evi önünden devam eden Sanayi Kavşağı ve dolayısıyla Çakırlar güzergahı üzerinde ikamet ediyorum.Şahsıma ait bir otomobilim de var!O otomobili de şu an ikamet ettiğim mühidin birkaç sokak içlerinde ikamet ederken ulaşım sıkıntısı çekişim nedeniyle almıştım.
Ama ben artık dünyanın en fazla vergisini ödeyerek aldığım otomobilime binip dünyanın en pahalı benzinini kullanarak değil dünyanın en çok vergisini ödediğim devletimin ve dolayısıyla belediyemin toplu taşıma araçlarını kullanma kararı aldım!
Fakat gelin görün ki topu topu 5 km lik bir yolu katedecek vasıta bulamıyorum!Ben öğretmenler evinde inerek 1 km yürümek zorunda değilim çünkü size vergi ödüyorum!Size vergi ödemek için 12 saat ayakta çalışıyorum!işimden çıkıp evime huzurla dönmek istiyorum,ben doğayı kirletmemek,dünyanın en pahalı benzinini içmek istemiyorum!
Ben saat 22:00 da ulaşım sıkıntısı yaşanan bir Dünya Kenti bir Turizm ve Kültür-Sanat şehrinde yaşamak istemiyorum!
BEN BİR ÖNCEKİ BAŞKAN A,ANTKART LAR İÇİN KART ÜCRETİ İSTİYORLAR,DİYE B.K ATAN VE DAHA İYİSİNİ VAADEDEN BİR BAŞKANIN AKENT UYGULAMASI İLE İNSANLARDAN KART ÜCRETİ TALEP ETMESİNİ İSTEMİYORUM!
Söz verdiklerinizi yerine getirmek zorundasınız!Sizden önceki başkan beni ilgilendirmiyordu ve hiçbir hak aramadım ne verdilerse onu aldım lakin ben size oy verdim!!!Üzerinizde hakkım(ız)var yazdıklarıma çözüm getirmek ve tüm vaadlerinizi yapmakla mükellefsiniz!
Ara sokaklarda da güzel insanlar yaşar Sn.Başkan şehrin her santimetre karesinde ki siz güzel veya çirkin hiçbir halkı ayırmadan onlara hizmet götürmekle mükellefsiniz.
Lara,Güzeloba gibi kentimizin güzide mühitlerine 00:00 lara kadar ulaşım sağlanıyor farkındayız,biliyoruz!Ama bilin ki(eminim biliyorsunuz) bir kent en ücralara ulaşıldığında kazanılır.
Saygılar.
ŞEREFE...
3 Aralık 2010 Cuma
THE WORLD IS YOURS
Scarface i izlememiş herhangi bir bünye olmadığını varsayarak (ümit ederek) yekten konuya dalıyorum,var mı benle dalan ya da filmle ilgili bir giriş yaparsak fena olmaz,hatırlamayanlara hatırlatalım;
bilindiği üzere bu baba laf,Scarface in biricik,çok acaip adamı Tony Montana(çocukluk yıllarımın counter-strike nick iydi!)' nın hayat felsefesinin ta kendisidir ki gerçekten de Tony hiç yoktan dünyaların sahibi olabilmiş ve fakat bir hatun kişi(ki hatun ne hatundur vesselam) yüzünden herşeyi kaybedip gitmiştir...Genç Tony mülteci olarak geldiği Amerika'da yeni yeni filizlenirken bir doğum günü esnasında gökyüzünde ki Goodyear zeplinine başını kaldırır üzerinde ışıklarla "the world is yours" yazar.ahanda link veriorum 1:17 ye dikkar!
http://www.youtube.com/watch?v=m088QNQomOg
Tony kök salar,korku sarar,büyür ve büyür...Daha sonraları o kocaman ihtişamına girizgahlar Döşenesi evinin içindeki süs havuzunun başına bir heykel yaptırır heykeli şu yazı kaplar "the world is yours"!Filmin sonlarına doğru o güzelim evde güzeller güzeli bir çatışma yaşanır.Çatışmaya güzeller güzeli dememin sebebi Al Pacino hastalarının o sahneye ayrı bir aşık olmasındandır!
Velhasıl bu laf işte bu filmin karakteridir.
Çok küçüktüm bu filmi izlediğimde ve hatta bi bok ta anlamamıştım zira Oscar jurisi de anlamamış olacak ki ödülsüz göndermişler Al Pacino abimizi!Lakin aklımda bu laf hep varoldu!Nedendir bilinmez...belki birgün dünyalar benim olabilir diyedir belki de...
bunları anlatıyor oluşumun sebebi ikinci dövmemdir efendim:
Herkese ayrı ayrı anlatmaktansa blogumu bir anlatıcı olarak seçiyorum,evet hı hı!Çünkü her dövme yaptırana sorulduğu gibi "ne yazıyor?neden onu yazdırdın?neden yours yazdırdın da mine yazdırmadın?'SANANE GÖT'! gibi sorular soruluyor ve ben sorulardan sıkılgan bi herifim...
"the world is yours" benim için çocukluk sanrısıdır belki,belki de dünyaları bana vaadeden başka birşey olmadığındandır...Tony Montana kralsın,saygılar...
İnsan neden dövme yaptırır,neden sağını solunu ömrünün sonuna kadar taşıyacağı izlerle doldurur gibi sorulara cevap arayanlara;"sanane lan",diyor bu yazımı burada bitiriyorum.Şaka lan şaka önemli bi konu bu dövme olayı,hatta sevgili dövmecim Ayhan Utaş la bir röportaj yapıp burada yayınlayabilirim,zira dövme aslında bir felsefedir bir de bu yanından incelemekte fayda var bu dövüşken olayı!..
Bunca zamandır ihmal ettiğim blogumu bu dövülmüş yazıyla şenlendirdikten sonra kısa süre içinde Wikileaks ve A-kent le ilgili iki yazıyla doldurmak için geri döneceğim...
Bekleyin beni...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)