Rüzgara karşı yüründü onca zaman
elde kızıl bayrak,
Şimdi gündoğduya pupa yelken
kaş göz kara toprak,
Kan revan günayıyor kızıla çalarak,
Uyuyor memleket bahçesinde
BEŞYÜZELLİ yaP(!)rak...
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
25 Haziran 2010 Cuma
17 Haziran 2010 Perşembe
...an...ar
Yazmak lazım zaman zaman,
Yaza kışa aldırmadan...
Milyon tane keder var etmek için bir "yok" tan...
Geçmiş gitmiş olsun bahar
istediği kadar ,
Yine de yazmak lazım
Kendimize yeni sevinçler satın alıncaya kadar...
Yaza kışa aldırmadan...
Milyon tane keder var etmek için bir "yok" tan...
Geçmiş gitmiş olsun bahar
istediği kadar ,
Yine de yazmak lazım
Kendimize yeni sevinçler satın alıncaya kadar...
7 Nisan 2010 Çarşamba
GİTTİM&GÖRDÜM&DÖNDÜM

Blogumu takip eden herkese teşekkür ediyorum demek ki merak ediliyorum zira en son 76 ziyaretçideyken bırakmıştım şu an 122,bu benim gözlerimi dolduruyor sayın seyirci saolun varolun...
Derhal konuya başlıyorum; malumunuz Kapadokya gezisine çıktım sonra Constantin' e uğradım,eski Yunan'a selam çakıp "buralar hep bizim uleeen" diyip milliyetçi duygularıma kabartma tozu serptim,kabaramadım,bu konudaki iktidarsızlığımla yaşamak zorunda olduğumu anladım...
Kapadokya,Perslerin taktığı orjinal ismiyle "katpatuka" yani "güzel atlar ülkesi".Atı bol olsa da güzelini göremedim,benim eşekliğimden olsa gerek...
Gitme ihtimali olanlara şiddetli tavsiyem Göreme'de kalınsın Ürgüp'e öylesine uğransın,şarap alınıp dönülsün.Çünkü görülmeye ve yaşanmaya değer hemen herşey Göreme'de.Az konuşup bol fotograf koymak niyetindeyim ama duramıyorum affeyleyin!..

Fotografların üzerine tıklamanız tavsiyesinde bulunmak zorunda hissettim kendimi...
Şimdi size Göreme'yi anlatmak istiyorum ama hani ruyalarınızı doğru düzgün anlatamazsınız ya,siz gördüğünüzü anlattığınızı sanırsınız ama anlatımınız bitince gördüğünüz ruyaya benzetemezsiniz hani anlattıklarınızı...Oralar benim için bir ruyadan farksızdı emin olun...İşte bu yüzden,size tavsiyem o iklimi,o manzarayı,o ruyayı en kısa zamanda yaşayın...Ve dönerken oraya yerleşme hayalleri kurarken,bana bi selam eyleyin yeter...

Asla bir güne birkaç yer gezmeyi sığdırmamak gerektiğini de anlamış bulunuyorum.Geceleri otelinizin balkonunda şarabınızı yudumlayıp manzarayı izlemek yerine yorgunluktan uyuyakalmayı kim ister değil mi?
Balona binmeden döndük!Belki de içimde kalan tek ukte bu dur...Fakat kişi başı 150 euro verip binmiş olsaydım,içimde ukte değil,peri bacası kalmış olacaktı!Sanırım o da bayağı acı verirdi(bknz:ilk fotograf).
Daha fazla uzatmadan İstanbul kısmına geçiyorum...
İstanbul'da kız arkadaşınızla sürtmek kadar keyifli birşey olabilemezmiş artık anladım!Sabahın köründe düşüp yollara,gece ağzınız yorgunluktan açılıp kafanız sağ omzunuza düşene kadar gezmek...Tanımsız...
İşin romantizmini bi yana bırakırsak,Dolmabahçe'yi daha önce görmemiş bünyeme Dolmabahçe,Gülhane parkında gezmemiş bünyemde ceviz ağacı olma isteği uyandıran Gülhane Parkı,üç gün boyunca üçyüz kez tavaf ettiğim İstiklal,neden daha önce buralardan geçmedim dedirten Eminönü ve nihayetinde ölmeden önce kendi sahnesinde Ferhan Şensoy izleyebilmek...
Susuyorum...
Bizi sabahın 6 sında otogarda karşılamayı kendine keder eylemeyip gelen Hakan Duran'a,sabahtan gecenin bir yarılarına kadar ayaklarına kara sular serpmemize ses eylemeyen Derviş Coşkun'a,gündüzleri değilse de akşamları bizi yalnız bırakmayan Mustafa Yılmaz'a,yeni filminin galası için bize evini açan ama benim migren krizim nedeniyle koltuğunu işgale kalkıştığım Çağdaş Helvacı'ya,ağzıma Ebru Yaşar'dan O Beni Sırtımdan Vurduuuuu adlı şarkıyı dilime dolayan Hazan Turaçtemur'a sevgi saygı minnetle...
Eyvallah...
10 Mart 2010 Çarşamba
ALİCE HARİKALAR DİYARINDA BEN NEREDEYİM BEYAZ KRALİÇE AL BENİ DE YANINA
İki ayrı fotograf sergisi gezdim ve sinemaya gidip Alice Harikalar Diyarını izledim bugün.
Öncelikli olarak ilgi alanım olan şu fotograf sergilerinden bahsedeyim,kinimi kusayım,bok atayım,bağırayım çağırayım sonra yumuşayıp size filmden bahsedeyim...
İlk önce FİKRET&FİLİZ OTYAM çiftinin fotograf sergisinden bahsedeyim;
zaten Filiz Otyam ın fotograflarına bulut ve gökyüzü temalı olması vesilesiyle çabuk çabuk üstünkörü bakıp geçtim söylemeye değer birşey görmüyorum...Fikret Otyam ın fotograflarına gelince,bir ressamdan daha iyi fotograflar beklerdim fakat fotograf sanatına karşı kuralsız kaidesiz yaklaşılmasını desteklediğim için sadece beklentilerimin altındaydı demekle yetiniyorum.Yoksa kural ihlallerinden eksiklerden ya da fazlalardan bahsedip çok bilmişlik yapmasını da bilirim...Gidilip görülmeye değer...
Benim takıldığım nokta başka,ilk kez bir fotograf sergisini camlar ardından izledim!Berbat bir görüntüydü!Tam burada şu bknz. ı vermeyi kendime borç bilirim;

görüldüğü gibi camın yansımasından dolayı bir bok görülmüyor değil mi?Detay göremedikten sonra o fotografı izlemenin de bir anlamı yok diye düşünüyorum.Bu hata kimin eseriyse sn.Otyam ları bu konuda duyarlı davranmaya davet etmek isterim.Fakat onlar bu blog dan hiçbir zaman haberdar olmayacakları için o sergi hep öyle kalacak...Ve herkes güzelim(!) fotograflardan birer yansıma yüzünden mahrum kalacak...

İşin daha garibini söyleyeyim;
İnsan bir sergiyi neden açar?İnsanlara yaptıklarını gösterip onların tepkilerini almak için değil mi?Sergide Otyam lardan kimse olmadığı gibi tek bir yetkili bile yoktu.Yani camların yansımasından ya da kirden pislikten şikayet edebileceğiniz hiç-kim-se yok!Büyük Sanatçı böyle olunuyor demek ki!!!
Geçelim ikinci sergimize.Sergi sahibi Dieter Sauter!Kendisi '92 den beri istanbulda yaşayan bir gazeteci..Sergide çalışan portrelerine yer vermiş,serginin topyekun ortak bir öyküsü var yani.Her nekadar fotograflara aman aman methiyeler düzemeyecek olsam da Otyam lardan daha ciddi bir sergide bulunmak benim için hoştu...gidile görüle,aha da şurada serginin genel atmosferi mevcut;

Alice Harikalar Diyarında!
Tim Burton benim için Tarantino ve Guy Ritchi den sonra en fantastik yönetmendir!Beyin hücrelerinin kafa tasının içinde hihihihihihihi diye sağdan sola koşturarak çalıştığı fikrindeyim,bi açıp bakmak lazım!
Ama her ihtimale karşı filme benim gibi salaklamasına kocaman beklentilerle gitmeyin.
Ara verildiğinde bu filmden çıktığımda kötüydü demek istemiyorum,istemiyorum,istemiyorum diye dikkatleri üstünüze çekmeniz olasıdır haberiniz ola!Gerçekten de film bittiğinde ohhh diyeceksiniz buna eminim!
Fakat şunu belirteyim,film bir türlü sizi içine çekmiyor,bir eksik ya da fazla var ama ben bulamadım,bulanlar bana bildire(asıl hayal kırıklığımı sona saklıyorum) !
Film gayet vurdusuz kırdısız da anlatabiliyor derdini.Bu yüzden ayrıca tebriklerimi yolluyorum.
Kırmızı kafalı Helena Bonham Carter müthiş çatlak manyak komik uyuz sevimli olmazsa olmaz tehlikeli çirkin ve iğrençti(bu kadını bukadar ucube bir tipte görmek tüm hayallerimi yıktı,hastasıyımdır normalde)!
J.DEEP denen yaratığa hayran olunma sebebini araştıranlar bunca filmine rağmen bulamadıysa bir de bu filme gidip denesinler şansını.Bu adamda bir tılsım var!!!Sanırım bu adamı eleştirmeyi geçtim övmek için bile kendimi yeterli bulmuyorum!
GELELİM BENİM FİLM AŞKLARIMIN YENİSİNEEEEE...BU KISMI BİLEREK BÜYÜK HARFLE YAZIYORUM,BEN YİNE AŞIK OLDUM!HEM DE ANNE HATHAWAY DENEN HATUNA!

Bu kadar zarif,bu kadar naif,bu kadar beyaz,bu kadar güzel olamaz bir kadın!En azından filmdeki karakteri Beyaz Kraliçe yi bu kadar güzel canlandırılamaz!Onca abartılı jest ve mimiği bu kadar güzel taşıyabiliyor olması belkide kendine aşık etti beni bilemem!O kollarının ve ellerinin vücudundan bağımsız dans edercesine kıvrılışları,kocaman gözleri ve daha kocaman ağzıyla izlenmeye ve daha da önemlisi aşık olmaya değer.Gidin,aşık olun,evinize dönün!
Gelelim hayal kırıklığıma!!!
Alice güzelim Harikalar Diyarını neden bırakıp gerçek dünyaya dönüyor biliyor musunuz;
Kapitalist olup,Britanya İmparatorlugu'nun sınırlarını genişletme hayaliyle!!!
Üzüldüm bu mesajla dönmesine...Keşke o tavşan deliğini Alice içerdeyken çimentoyla dolduruverselerdi...
Son sözüm,ben ağzımı açıp antalya ya (dikkat ettiniz mi antalyanın "a" sını küçük yazdım,kendimce aşağıladım.çok umrundaydıya!) küfürler yağdırdığımda bana muhalefet edenlere; ulan öyle bir büyük şehir düşünün ki,bu film sadece bir sinemanın bir salonunda,Türkçe dublajlı ve HİÇ BOYUTSUZ gösteriliyor!İnsana boyutsuz kalmak koymuyorsa da,hadi orjinal seslerden mahrum kalışımızıda siktiredelim!Ama vakti zamanında Fikret Hakan ın söylediği lafa kim kıç dönebilir;
"Yıllarca dublaj sanatını(!) dünyada en iyi icra eden millet olarak anılıp bununla gururlandık!Biz bu yüzden hiç okuma alışkanlığı edinemedik!!!"
Altına imzamı değil,kalıbımı basarım!...
Son fotograf BEYAZ KRALİÇE'min olsun!
Eyvallah
Öncelikli olarak ilgi alanım olan şu fotograf sergilerinden bahsedeyim,kinimi kusayım,bok atayım,bağırayım çağırayım sonra yumuşayıp size filmden bahsedeyim...
İlk önce FİKRET&FİLİZ OTYAM çiftinin fotograf sergisinden bahsedeyim;
zaten Filiz Otyam ın fotograflarına bulut ve gökyüzü temalı olması vesilesiyle çabuk çabuk üstünkörü bakıp geçtim söylemeye değer birşey görmüyorum...Fikret Otyam ın fotograflarına gelince,bir ressamdan daha iyi fotograflar beklerdim fakat fotograf sanatına karşı kuralsız kaidesiz yaklaşılmasını desteklediğim için sadece beklentilerimin altındaydı demekle yetiniyorum.Yoksa kural ihlallerinden eksiklerden ya da fazlalardan bahsedip çok bilmişlik yapmasını da bilirim...Gidilip görülmeye değer...
Benim takıldığım nokta başka,ilk kez bir fotograf sergisini camlar ardından izledim!Berbat bir görüntüydü!Tam burada şu bknz. ı vermeyi kendime borç bilirim;
görüldüğü gibi camın yansımasından dolayı bir bok görülmüyor değil mi?Detay göremedikten sonra o fotografı izlemenin de bir anlamı yok diye düşünüyorum.Bu hata kimin eseriyse sn.Otyam ları bu konuda duyarlı davranmaya davet etmek isterim.Fakat onlar bu blog dan hiçbir zaman haberdar olmayacakları için o sergi hep öyle kalacak...Ve herkes güzelim(!) fotograflardan birer yansıma yüzünden mahrum kalacak...
İşin daha garibini söyleyeyim;
İnsan bir sergiyi neden açar?İnsanlara yaptıklarını gösterip onların tepkilerini almak için değil mi?Sergide Otyam lardan kimse olmadığı gibi tek bir yetkili bile yoktu.Yani camların yansımasından ya da kirden pislikten şikayet edebileceğiniz hiç-kim-se yok!Büyük Sanatçı böyle olunuyor demek ki!!!
Geçelim ikinci sergimize.Sergi sahibi Dieter Sauter!Kendisi '92 den beri istanbulda yaşayan bir gazeteci..Sergide çalışan portrelerine yer vermiş,serginin topyekun ortak bir öyküsü var yani.Her nekadar fotograflara aman aman methiyeler düzemeyecek olsam da Otyam lardan daha ciddi bir sergide bulunmak benim için hoştu...gidile görüle,aha da şurada serginin genel atmosferi mevcut;

Alice Harikalar Diyarında!
Tim Burton benim için Tarantino ve Guy Ritchi den sonra en fantastik yönetmendir!Beyin hücrelerinin kafa tasının içinde hihihihihihihi diye sağdan sola koşturarak çalıştığı fikrindeyim,bi açıp bakmak lazım!
Ama her ihtimale karşı filme benim gibi salaklamasına kocaman beklentilerle gitmeyin.
Ara verildiğinde bu filmden çıktığımda kötüydü demek istemiyorum,istemiyorum,istemiyorum diye dikkatleri üstünüze çekmeniz olasıdır haberiniz ola!Gerçekten de film bittiğinde ohhh diyeceksiniz buna eminim!
Fakat şunu belirteyim,film bir türlü sizi içine çekmiyor,bir eksik ya da fazla var ama ben bulamadım,bulanlar bana bildire(asıl hayal kırıklığımı sona saklıyorum) !
Film gayet vurdusuz kırdısız da anlatabiliyor derdini.Bu yüzden ayrıca tebriklerimi yolluyorum.
Kırmızı kafalı Helena Bonham Carter müthiş çatlak manyak komik uyuz sevimli olmazsa olmaz tehlikeli çirkin ve iğrençti(bu kadını bukadar ucube bir tipte görmek tüm hayallerimi yıktı,hastasıyımdır normalde)!
J.DEEP denen yaratığa hayran olunma sebebini araştıranlar bunca filmine rağmen bulamadıysa bir de bu filme gidip denesinler şansını.Bu adamda bir tılsım var!!!Sanırım bu adamı eleştirmeyi geçtim övmek için bile kendimi yeterli bulmuyorum!
GELELİM BENİM FİLM AŞKLARIMIN YENİSİNEEEEE...BU KISMI BİLEREK BÜYÜK HARFLE YAZIYORUM,BEN YİNE AŞIK OLDUM!HEM DE ANNE HATHAWAY DENEN HATUNA!

Bu kadar zarif,bu kadar naif,bu kadar beyaz,bu kadar güzel olamaz bir kadın!En azından filmdeki karakteri Beyaz Kraliçe yi bu kadar güzel canlandırılamaz!Onca abartılı jest ve mimiği bu kadar güzel taşıyabiliyor olması belkide kendine aşık etti beni bilemem!O kollarının ve ellerinin vücudundan bağımsız dans edercesine kıvrılışları,kocaman gözleri ve daha kocaman ağzıyla izlenmeye ve daha da önemlisi aşık olmaya değer.Gidin,aşık olun,evinize dönün!
Gelelim hayal kırıklığıma!!!
Alice güzelim Harikalar Diyarını neden bırakıp gerçek dünyaya dönüyor biliyor musunuz;
Kapitalist olup,Britanya İmparatorlugu'nun sınırlarını genişletme hayaliyle!!!
Üzüldüm bu mesajla dönmesine...Keşke o tavşan deliğini Alice içerdeyken çimentoyla dolduruverselerdi...
Son sözüm,ben ağzımı açıp antalya ya (dikkat ettiniz mi antalyanın "a" sını küçük yazdım,kendimce aşağıladım.çok umrundaydıya!) küfürler yağdırdığımda bana muhalefet edenlere; ulan öyle bir büyük şehir düşünün ki,bu film sadece bir sinemanın bir salonunda,Türkçe dublajlı ve HİÇ BOYUTSUZ gösteriliyor!İnsana boyutsuz kalmak koymuyorsa da,hadi orjinal seslerden mahrum kalışımızıda siktiredelim!Ama vakti zamanında Fikret Hakan ın söylediği lafa kim kıç dönebilir;
"Yıllarca dublaj sanatını(!) dünyada en iyi icra eden millet olarak anılıp bununla gururlandık!Biz bu yüzden hiç okuma alışkanlığı edinemedik!!!"
Altına imzamı değil,kalıbımı basarım!...
Son fotograf BEYAZ KRALİÇE'min olsun!
Eyvallah

9 Mart 2010 Salı
BİR DÖNMENİN ŞİİRİ

Mevsim bahara döndü,
Sonra yaza dönecek...
Dünya desen hergün aynı terane...
Hayat ne transeksüel bir kerhane...
Hikayeler hep aynı,
Hepsi bayat...
Hep ayrılık...
Hep yeni bir birleşme...
Kederler hep aynı şeylere...
Hep aynı tarz terketmeler,
Aynı terkedilişler,
Aynı notalara terennümler...
Dönüyorum,
Herkesin gözüne batıra batıra...
Bilinsin istiyorum,kendi elimle yıktığım duvarları
kendi ellerimle örüyorum...
üstümde aynı sevdanın harcı...
kirimle pasımla övünüyorum...
Bir ışık var,
Görüyorum...
Herşey bıraktığım gibi mi?
Darmadağın...
Bilmiyorum...
Dönüyorum...
Kabulediyorum...
Bu sevdanın transeksüeli benim...
Utanmıyorum...
2 Mart 2010 Salı
BİSİKLET HAYALLERİ
Güne "yeni bir şey yapmalıyım" duygusunun vücuduma ikamet çalışmalarının farkındalığıyla uyandım.Sanırım uzun süredir beraber bir "atraksiyon" yaşamadığımız Çiğdem de aynı farkındalıkla uyanmış olmalı ki beni aradı ve ben telefonu açar açmaz "çabuk uyan go kart a gidiyoruz dedi.Ben daha yeni uyanmış çapaklı gözlerimi dünya ya açmaya çabalarken bu teklife tamam dedim...Beni bilen bilir,benim evden çıkmam uzun bir temaşaya benzer.Acele edemem,tadını çıkara çıkara,birileri beni izliyormuş gibi olaylara hikaye katarak hazırlanırım.Misal diş fırçalama anım aynı zamanda bir dans gösterisidir(burada dil çıkaran bir smile var).
Neyse fazla uzatmayayım,evden çıktım,yolum uzundu,şehrin diğer yakasına gidecektim...Yol boyunca uyanır uyanmaz aklıma düşen yeni birşeyler yapma fikrine yoğunlaştım...
Ve yine beni bilen bilir ilk aklıma düşen en zor yapabileceğim şeydir.Aklıma ilk düşen,derhal arabayı satıp pahalı ekipmanlar edinip bir fotograf stüdyosu kurmak oldu!Tahmin edebileceğiniz gibi derhal sıyırdım o fikir katmanını zihnimin ekmek içinden...Düşünmeye başladım tekrar...Sonra aklıma fotograf makinemi değiştirmek geldi,zira uzun zamandır D300S rüyalarına yatıyordum neden olmasın dı?Üzerine detaylı bir düşünceyle yoğunlaşınca hayatımda pek köklü bir değişim olmayacağı kararında uzlaştım mantığımla...Yol uzundu,daha yeni ve radikal kararlar almam için yeterli zaman bana bahşedilmişti...
Az gidip uz gidip dere tepe düz giderken,"neden benim bisikletim yok?" dedim(çok gerekli ve bir insanın olmazsa olmazı ya hani!).Sonra hayatımın malaklamasına yatılan anları geldi aklıma,sonra havaların ne de güzel olduğu,sonra bacaklarımın beni taşımaktan başka bir boka yaramaz bir hal aldığı vs...Tabii bu aklıma gelenler benim bisiklet almak için kendime uydurduğum bahanelerdi.Ama olsun,ikna olmuştum...Hatta bu bahaneleri abartıp kendimi şu yalana bile inandırdım;"güzel havalarda işe bile bisikletle giderim!"...Bu fikirde uzlaşma sağlanmıştı zihin,bacak ve mantık arasında.O bisiklet alınmalıydı...
Ve sonun da Çiğdem evinden alınmış go kart pistine doğru dümen kırılmıştı...Bisiklet fikrimi Çiğdem e söylediğimde her zamanki temkinliliğiyle,"al,iyi yaparsın...ama o bisiklete en fazla üç kez biner,paslanmaya bırakırsın."dedi...Ben de her zamanki tez canlılığımla savunmaya geçip onu da ikna etmeye çabalıyordum...Kararlıydım...
Go kart pistine geldik,araçlara bindik ve yarış başladı...Hayatıma yeni,saçma salak olmasına rağmen muazzam keyifli bir oyun daha katılmış bulundu...Bu go kart macerası ilk olmasına rağmen son olmayacağı da muhakkaktı...Yarış bitip galibiyet raporumu elime tutuşturduklarında aldığım keyifse paha biçilemezdi.Sonra uçsuz bucaksız ince kumlu Lara Plajlarında fotograf turuna çıktık Çiğdem le...Ben yeni aldığım lensin deneme kareleriyle meşgulken Çiğdem de zamanında(yıl başında) ona aldığım compact makinesiyle beni çekmekteydi...Isınma turlarım bitmiş ve çekecek kompozisyonlar aramaktaydım bomboş sahilde...Upuzun uzanan sahile baktım,"şimdi bir bisikletim olsa ne güzel olmaz mıydı?" dedim...olurdu...kesin kararımı vermiştim artık,tez zemanda bir pisiklet alınmalıydı!...
Akşam olup Çiğdem i grafik kursuna bırakma vakti gelmişti.gülüşülüp eğlenilmiş,fotograflar çekilmiş,sahilde koşturulmuş,dallara budaklara tırmanılmış ve gün bitirilmişti...
Günün muhasebesini yapmaya başladığımda,ayrı olduğum kız arkadaşımla geçirdiğim, sorumsuz,sorgusuz sualsiz,vasıfsız,şefkatli,bol kahkahalı az kederli,az yürünmüş,bol fotograflanmış bir günün güzelliği beyaz kağıda düşecekti...
Bol bisikletli günlerin yakın geleceğine,şerefe...
Eyvallah...

BU NE BİÇİM HİKAYE BÖYLE...
Bir ara içim geçmiş dalmışım...Bir aradan kastım gece 22:30 suları...Gözümü açtım saat 02:05 derhal tekrar uymaya meylettim ama nafile...Uykum benden kaçtı...Benim uykum ne zaman kaçsa ben üzülürüm.Sanki karım beni terk etmiş gibi hissederim...Sebebi uykuya olan düşkünlüğümden ve uykunun dengesizliğinden...O kadar dengesiz ki,çoğu zaman gitmesi gereken yerde oturduğu göz kapaklarımdan kalkmak bilmez ve daha çok daha da çok çok seviştirir kendiyle.Her yere geç kalmalarım uykuyla olan benzersiz sadist ve benzersiz hipnotik seksimizden kaynaklanır...Yatakta gayet iyi bir partnerdir kendisi ve yatakta iyi olan bir partneri kimse yatakta öylece kendi halinde bırakıp yataktan çıkmamalıdır...Ben de hep öyle yaparım,onu hiç bırakıp gitmem...
Dar bir sokakta yürüyordum,tabanları taş döşeli sokakları,topraktan yapılmış,kapı ve pencereleri koyu kırmızı ve koyu mavilerle boyalı evleri vardı bu sokağın...Hayran hayran yürüyüp bir taraftan da aklıma tecavüz etme kararları alıyordum,fotograf makinem neden yanımda değil diye...Elimi cebime attım,sigaramı da yanıma almamıştım.bir küfürde bu sebeple ettim aklıma.Ama ruyadayım dedim...Ozaman problem yok,uyanana kadar sabrederim...Böylelikle ruya içinde ruyada olduğumu farkedip bu güzel sokağın tadını çıkara çıkara yürümeye devam ettim...Aklımdan ertesi sabaha uyandığımda neler yapmak istediklerim bir bir akıp geçiyordu ama muhtemelen sabaha hiçbirini Hatırlamayacaktım.Umursamadım...Çünkü sokak çok güzeldi,büyülenmiştim...Sürekli küfür halindeydim böyle bir sokağın fotograflarını çekemeyecek olmama...Baştan sona boydan boya sütlü kahve bir sokak düşünün,daracık daracık,kızların misket yuvarlayabileceği,kızlara koca vermeyen kocaman kocaman kadınların yaşayabileceği bir sokak...Evler kilden yapılmış ve Göreme evleri gibi heybetli ve bir o kadar kendi halinde... Tek bir insanın olmadığı,sarı ışıklarla aydınlatılmış...Seyirlik bir sokak...Derken ekran kararmaya renkler koyulaşmaya ve yavaş yavaş grileşmeye başlamıştı ki kafamı sağımdaki evin koyu mavi ve hafif eskitilmiş penceresine çevirene kadar...Esmer bir kadın...Gözleri çimen yeşil...Kollarını dayamış pervaza,göğüsleri dayanmış kollarına,kocaman...Üzerinde beyaz bir gömlek...Gömlek ipek...Yanlışlıkla bir bardak su dökmek istiyor insan üstüne...Göz göze geldik aniden...Dolgun ve kıpkırmızı dudakları gülümsedi...Ben de...İçeri gel dedi bana...Etrafıma baktım...Kimse yoktu...Bana demişti evet...Kalbimin atış hızı arttı,sesi kulağıma kadar geliyordu;pat pat,pat pat...
Kadın duymasın istedim,bilmesin heyecanımı...Tam kapısına yöneldiğimde,diğer pencereler açıldı,hepsinden aynı yaşlı kadın çıktı...Gözleri üstüme dikildi hepsinin...Kalın ve tahriş bir sesle bana bağırmaya başladılar:
-Girme,girme,girme,girme...
Aynı ritmle söylüyorlardı...O cennet bahçesi mekan,o huri edalı kadın,o sokağa hayranlığım...Birden kabusa döndü...Kadın bana gel diyordu...Diğerleri girmeee...Kaçmaya başladım...Arkamda bıraktığım çimen yeşili gözlerin sahibi esmer kadın aklımdan çıkmıyordu ama kaçıyordum...Koştuğum yollar boyunca pencereler açılıp aynı yaşlı kadınlar bana,girme,diyordu...Sonunda sokağın sonuna yaklaştım...Yaklaştıkça bembeyaz bir ışık beni karşılamaya başladı...Bir an ruyada olduğumu hatırladım...Ve bembeyaz bir ışığa koşuyordum...Ölüyor muydum?Ama o an bu düşünceyi atıp kafamdan,ışığa yürüdüm...
uyandım...
saat 02:05...
Bok vardı uyanacak...
Tekrar uykuya dalmayı denedim.Uykuya dalıp aynı ruyaya devam edecek ve gerisin geri koşup o güzelin evine girecektim...
Uyuyamadım...
Sigara yaktım hemen...
İlk fırtta öksürük tuttu...
Şimdi aklımda o kadın var...O güzel sokağın güzel kadını...
Ruyalarımın kadını...Yine gel beklerim...
...
Eyvallah...
27 Şubat 2010 Cumartesi
VOGUE & VEDA

Sevgili günlükümtrakkaralamaç,sana bugün düne ait şeyler anlatacağım dinle beni(ozaman sana dünlükümtrakkaralamaç mı demeliyim acaba?).İki yeni şeyle tanıştım dün.Biri bugüne kadar tüm dünyayı kasıp kavuran ve son bir aydır henüz çıkmadığı halde Türkiye nin gündeminden düşürmediği VOGUE ve saolsun medyanın aylardır öve öve bitiremediği,vizyona girdikten sonra yerlere göklere sığdırılamayan Sn.Livaneli nin mastürbatif filmi VEDA(offff çok pis sert daldım olaya kesin Taraf gazetesinden teklif alırım ben,sonra ahmet altanla memeler hakkında konuşuruz) !
Vogue dan başlayacağım çünkü herifler yurtdışından geldi yol yorgunudurlar zahir,bikaç laf edip bırakacağım onları...Birincisi,dergi dergi değil ansiklopedi!600 sayfaya yakın!gerçi nerden baksanız 300 sayfası reklam!Bak bak bitmiyor.Farkettiniz mi bak bak dedim oku oku demedim çünkü okunacak pek bişey yok...Anlamadığım şu;bu adamlar bu işi nekadar iyi biliyor ki içerik bakımından bir bok bulunmayan bir dergi dünya ya yön verebiliyor ve nasıl oluyor da bukadar yüksek trajlara ulaşıyor?Dergi tam bir görsel şölen...Güzel kadınlar,aykırı makyajlar,uçuk kıyafetler,tapılası ayakkabılar vs...Baştan sona iki kez hatmettim dergiyi ve şu fikre nail oldum;Vogue bir moda dergisinden ziyade,fotografçı için olmazsa olmaz seyirlik bir ansiklopedi.
İnsanın koşa koşa bir modelin kolundan tutup çıpalak çıpalak diye fotograflarını çekesi geliyor...
Zaten dergi de bunun farkında çünkü sürekli fotografçılarla röportajlar ve onların hikayeleri var...Vogue Fotografçısı diye bir terim varmış çok geç anladım...Velhasılı 8 tl ye satılan bu 600 sayfalı ansiklopedi alınmaya değer,hiç bi bok anlatmıyorsa da fotograflarına bakın iç geçirin...Hoş geldin Vogue,abuk subuk insanları kral fotografçı diye tanıtmaman dileğiyle...
Evet,gelelim VEDA ya...
Benim için yeni bir hüsran daha...Anlatayım efendim;
Şunu belirteyim ki filmin konu ve gelişimiyle alakalı birşey anlatmayacağım gidiniz görünüz bi zahmet.
Filme 15 kişilik bir grupla gidildi,film öncesi geyikler yapıldı,sonra yer bulamama gafleti,sonra sen oraya oturacaksın ben buraya kavgası,şakalaşmalar birbirimize mısır patlakları atmalar,arkadan dürtmeler falan derken film başladı...Her daim şunu söyledim,her kim ki yeni bir Atatürk ya da Kurtuluş konulu film yapmaya hallenir,Kurtuluş filminden daha iyi bir projeyle başlamalıdır işe!Yahu arkadaş,adam 15 sene önce yaptı bu filmi kullanılan figüranlar,aksiyonlar,verilecek mesajları göze batırmadan,Türk lerin salak kısmının (a.nesin e göre %40 bana göre %95) ağzına sıçarak vermeler...Efsanedir Kurtuluş filmi...Veda yüzeysel ötesi bi film!Herşeyin anlatılmak istenip hiçbirşeyin anlatılamadığı bir film.Atatürk karizmasının yansıtılamadığı bir film.Bir ara zeybek sahnesi vardı!Kahkahalarla gülerek belirtiyorum,Livaneli Hitler e zeybek oynatmış!!!Filmi izleyince hak vereceksiniz...Düşmanın görünmediği,dağlarda bozkırlarda slow motion koşarak ateş eden türk askerlerini izledik.Ha bir de tek atımlık silahlara makinalı tüfek efektleri enteresandı.Sanırım Livaneli sürreal bir film denedi!Demem o ki,KURTULUŞ filminden sonra çekilen her Atatürk filmi gibi bu da diğerleriyle aynıydı.Üzüldüm...Hala film çekebilemiyoruz...Ve ağlıyoruz,milletimiz sinemaya gitmiyor diye...Film boyunca koca salonda sürekli gülen iki kişi vardı,biri ben biri Çiğdem.Bir ara 15 kişilik grubumuzdan dışarı çıkın sesleri yükselmeye başlamıştı ki filmin en iyisi,elle tutulur tek yanı (zaten filmde Atatürk te elle tutuyor) Fikriye göründü!Fikriye yi canlandıran hanımın güzelliğinden ve ona aşık oluşumdan bahsetmeyeceğim.Ama filmin en gerçek,en doğal,en kalpleri acıtanı,en güzel oynayanıydı...Latife nin hinliği yüzünden ölümüne okadar üzüldüm ki gözümden üç damla yaş döküldü,hepsini Fikriye ye armağan ettim...Evet size tavsiyem,sırf Fikriye yi izlemek için de olsa,gidiniz...Sonra Atatürk ün ölüm sahnesi...Benim bu ana bir zaafım var,her 10 Kasım da 09:05 te kendimi tutamıyorum,bırakın o anı her hangibiri o anı anlatırken bile,hem de yüzünde bir tebessümle anlatırken bile,herhangi bir temsilde,herhangi bir filmde,ben zırıl zırıl ağlıyorum...zira şu an dahil...İşte filmde o sahneye gelmişti sıra...Ve ben,filmin her türlü geyiğinden uzaklaşmış,sesim duyulmasın diye yüzümü,ağzımı,ellerimle kapatmış hüngür sümük ağlıyordum.............................
Anlattıklarım bir film eleştirisi değildir zira ben de filmin etkisiyle gayet yüzeysel geçtim konuyu...Sadece şunu istiyorum;lütfen görkeminden gözlerimizi kör edecek bi Atatürk filmi yapamayacaksanız artık dokunmayın...Bizlerin hayallerindeki film kalsın aklımızda...Her seferinde yeni hüsranlarla çıkmayalım şu sinema salonlarından...
İki konu arasındaki farkı daha net anlatmak için bir dip not düşmeliyim sanırım;
Bir yanda sıfır içerikle tatminkar bir dergi çıkarılabilirken,diğer yanda tatminkar bir konunun sıfır içerikle sinemaya aktarılması beni yine küfre boğdu...Rab beni affeylesin amen...
(Okuyan herkese ufak bir bilgi:herkesin bilmesi gereken yazılarımı facebook ta afişe ederken daha özellerini etmeyeceğim.bu sebepten blog sayfamı daha sık takip ediniz...)
Eyvallah...
26 Şubat 2010 Cuma
bir,"ERDEM DENKLİ İÇ DÜNYA GÖSTERİSİ" giriş karalaması

Ferhan Şensoy kitaplarından sonra bana günlük yazma dürtüleri iğneleyen eser oldu "Genç Werther'in Acıları".
Sonra düşündüm,her yazar bir gün yazdıkları günlükleri yayınlama kararı alıyor!E ozaman ben neden saklayayım?Şimdiden,günü gününe,yazıldığı anki haliyle yayınlamak daha mantıklı.Bir de benim yazar değil,kendi halinde bir karalamacı olduğum düşünülürse...
O halde yapmam gereken Hakan Duran'ın tavsiyesi ile bir blog açmaktı!..
Hem bu blogun şöyle de bir güzelliği vardı,çektiğim fotografları yayınlama olanağı!Yani bu blog benim için,bana özel bir teşhir dir bir nevi...Fakat bu teşhirciliğim tahrikkar değil tehditkardır yaşama karşı...
...diye düşünürken aklıma sır korkusu düştü!Ya herkesin öğrenmemesi gereken bir şey yazmam gerekirse!Demek ki bu günlüğün de bir sırrı olacaktı kendi içinde.Kim bilir bakarsınız el altından bir deftere bu blog un sırlarını yazar yastık altıma saklarım!...Ama emin olun okadar büyük sırlarım yok...Malesef...
Takipte kalın çünkü bu bir "ERDEM DENKLİ GERÇEK İÇ DÜNYA GÖSTERİSİ"dir!...
Eyvallah...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)